14 Temmuz 2015 Salı

"Herkes Gibi Bir Öğretmen" Seben'in Haberi :)

Geçen yıl canım Seben'in Umay Aktaş Salman tarafından yapılan haberi, buraya da koymadan edemedim :) Şimdi artık o okulda çalışmıyor, "Renklerden Renklere" adımızla yeni projeler peşindeyiz.

http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/herkes-gibi-bir-ogretmen

"Seben Dayı, serebral palsili bir öğretmen. Çocukların engellileri ötekileştirmemesi ve farkllılıklara saygı göstermesi hedefine kısa sürede ulaşmış."



"Seben Ayşe Dayı, serebral palsili olarak dünyaya geldi. Serebral palsi, tıp diliyle beyin felci. Dayı'nın öğrencilerine açıkladığı şekliyle ise “Doğum sırasında oksijensiz kalması nedeniyle beyinde oluşan hasara bağlı olarak yaşadığı hareket ve konuşma zorluğu.”  Dayı, küçük yaşta fizik tedavi ve özel eğitime başladı. Metin Sabancı Spastik Çocuklar ve Gençler Eğitim Öğretim Merkezi’ne gitti. Konuşmasını ve yürümesini geliştirmek için sürekli çalıştı.


Çalışmaktan hiç vazgeçmedi
Ailesi en büyük desteğiydi. Ancak o da çalışmaktan hiç vazgeçmedi. 10 fiziksel egzersiz verdilerse, o 20 yaptı. Beş yaşında yürümeye başladı. Sonra başarılı bir okul hayatı başladı. Okulun yanı sıra hareketlerini daha da geliştirmek için yüzmeye, at binmeye devam etti. Liseyi bitirdiğinde Yeditepe Üniversitesi Gazetecilik Bölümü'nü burslu olarak kazandı. Bölümden birincilikle mezun oldu. Şimdi yine burslu olarak aynı üniversitede sosyal antropoloji yüksek lisansı yapıyor.
Dayı yüksek lisans yaparken, eleştirel düşünme becerilerinin geliştirildiği ve yapılandırmacı eğitim felsefesinin uygulandığı  Reggio Emilia eğitim yaklaşımını incelemeye başladı. Daha sonra bu eğitim yaklaşımını uygulayan bir anaokulu ve şimdi çalıştığı Yeni Okul ile yolları kesişti. 25 yaşındaki Dayı, haftanın iki günü Yeni Okul’da ilkokul hazırlık ve birinci sınıfların derslerine yardımcı öğretmen olarak katılıyor.
‘Çocuklar beni test etti '
Dayı, ilk derste yaşadıklarını gülümseyerek şöyle anlatıyor:
"Önce güldüler. ‘Niye böyle yürüyorsun, niye böyle konuşuyorsun’ diye sorguladılar. Sonra üç sınıfla da oturup tek tek konuştum. Nedenini anlattım. Sonra daha rahattılar. Sınıfta onlara yardım edip edemeyeceğim konusunda tereddütleri vardı. Okuma saatinde ben de yanımdaki kalın kitabımı açtım okudum. ‘Sen bu kadar büyük kitabı nasıl okuyorsun?’ diye geldiler yanıma. İngilizce konuştuğumu duyunca da şaşırdılar. Bir nevi teste tabi tuttular beni. Onlara yardım edebileceğimi anladıklarında daha da gelişti ilişkimiz. Haftalar geçtikçe bana yardım etmeye başladılar. Yemekhanede tabak taşırken bana yardım ediyorlar, top oynarlarken ben geçiyorsam top bana çarpmasın diye duruyorlar."
Veliler de olumlu karşılıyor
Okulun velilerinden de çok olumlu tepkiler geliyor. Dayı, "Veliler, çocuklarının benimle birlikte büyümelerini destekliyorlar. Eminim ki bu çocuklar büyüdüklerinde benim gibi biri ile karşılaştıklarında çok daha farklı davranacaklar" diyor. 
Beden engeli değil zihniyet engeli 
Seben, amacının çocukların engellileri ötekileştirmemesi ve farkllılıklara saygı göstermelerini sağlamak olduğunu söylüyor. Dayı, toplumun engellilere bakış açısını da eleştirerek şöyle konuşuyor:

"Engelliler hasta bebek muamelesi görüyorlar. Ayrıştırılıp bir yere koymaya çalışıyorlar bizleri. Bizim istediğimiz bu değil. Biz hayatın içinde yaşayıp, normalleşmiş bir toplumda hayatımızı sürdürmek istiyoruz. İnsanlar bana bir şeyleri yapamayacağım, düşünemeyeceğim algısıyla yaklaşıyor. Sinemaya gideceksiniz  ‘Yalnız girebilecek misiniz’ diyorlar. Mesela  pasaport yenilemeye gittiğimde ‘Sizin yanınızda niye bir veli yok’ dediler. Akıl sağlığımın yerinde olduğunu anlatmak zorunda kaldım saatlerce. Bir yere gideceksiniz, biri kolunuzdan tutup sizi karakola götürmeye çalışıyor, 'Sokakta ne işin var' diyor. Kendi engelimle ilgili sorunlar çok küçük kalıyor. Önce insanların bakış açılarının düzeltilmesi gerekiyor."
‘Seben’in varlığı zenginlik’
Okulun kurucusu Özlenen Kutlar ise Seben’in okulda olmasını herkes için büyük bir zenginlik olarak tanımlıyor:
"Seben’in burada olmasının bizim için iki anlamı var. Hem özel gereksinimli yetişkin bir bireyin öğretmen olarak sınıfta bulunması iyi bir model. Hem de Seben, çocukların soru sormasına zemin hazırlayan iyi bir öğretmen. Uyguladığımız Emilia yaklaşımını çok iyi uygulayan bir öğretmen."
Türkiye İstatistik Kurumu'nun 2002'de yaptırdığı "Türkiye Engelliler Araştırması" nüfusun yüzde 12,9'unun engelli olduğunu gösteriyor. Şu andaki nüfusa göre bu neredeyse 10 milyon kişi demek. Seben Dayı engelli olmanın engel olmadığını kanıtlayanlardan biri. Hayali de engellilerin ötekileştirilmeden hayatın içinde olmaları.

SEREBRAL PALSİ NEDİR?

Serebral Palsi (SP), doğum öncesinde, sırasında veya sonrasında merkezi sinir sisteminin hareket işlev alanlarının hasar görmesinden dolayı oluşan tablo. Hastalık değil, tedavisi yok. Türkiye’de her bin çocuktan 4'ünde serebral palsi görülüyor. Doğumda yeterli oksijen alınamaması nedenlerden biri. SP, gebelikte annenin geçirdiği kızamıkçık gibi enfeksiyonlar veya beyin gelişimini engelleyen anormallikler, bebeğin geçirdiği menenjit gibi enfeksiyonların beyin gelişimine engel olması ve yaşamın ilk yıllarında geçirilen kazalar nedeniyle ortaya çıkıyor."
Kaynak: Al Jazeera

24 Mayıs 2015 Pazar

Atölye Çatı Katı (YDA) 8. Hafta Bitki Ekim-Dikim & Fasulye Projesi


Atölyede tohumlar, bitkiler, toprak ve büyümüş iki fasulye hakkında sohbetler vardı.

Büyümeyen fasulyeler "başarısızlık" olarak görülüyor, oysa ki değil, amacımız burada çocukların fasulyelerin/bitkilerin hangi koşullarda daha iyi büyüdüğünü, hangi koşullarda, neden büyümediğini anlamak, öğrenmek.


"Fasulyeni (sağdaki) nasıl büyüttün?"
- Toprak koydum vitamin alması için biraz. Bir de güç... Tutunması için de tüle dayadım. Bir de birbirlerine sarılarak büyüdüler.
"Topraktan nasıl güç aldı?"
- Vitamin var toprakta.
"Nasıl bir vitamin var?"
- Bitkilere faydası dokunan bir vitamin var.
"Nasıl faydası dokunuyor toprağın?"
- Yani daha güçlü olmasını sağlıyor, kırılmadan yaşayabilmesini sağlıyor uzun süre.

"İki fasulye arasındaki farklar neler?"
- Pamuk farkı var. Birinde daha fazla birinde daha az.
- Birinde toprak var.
- Bir kavanoz daha büyük bir kavanoz daha küçük.
"Acaba bu etkilemiş olabilir mi fasulyenin büyümesini?
- Hayır.
- Evet.
"Etkilemiş diyenler, nasıl etkilemiş olabilir?"
- Çünkü bir bitkinin büyümesi için yeterli alana sahip olması lazım.
"İyi de bitki yukarı doğru büyüyor, aşağıyla ne ilişkisi var?"
- Ağaçlar toprakta büyüyor, kökleri için gerekli.
- Bir de alan ne kadar fazla olursa kökleri de o kadar çok olabilir!
(Akıl yürütme)


"Bitkiler arasında nasıl farklar var?"
- Soldaki nasıl büyütülmüş bilmiyorum ki o zaman nasıl değerlendireceğim? 
"Geçen hafta demişti ki, 'Ben hiçbir şey yapmadım, bıraktım kendi kendine büyüdü.'"
- Evet çünkü babam sulamış, ben sulamayı unuttum.
"Babana mı sormamız lazım öyleyse?"
- Bir de senden habersiz mi sulamış?
- Ben sulamayı unutuyorum.
"Sen nasıl suladın (sağdaki)"
- Ben belli aralıklarla suladım, onu söylemeyi unutmuşum. Bir gün suladım 2 gün sulamadım.


Getirdiğimiz tohumları ortaya çıkardık ve tanıyıp tanımadıklarını sorduk.

Akçaağaç tohumu, limon çekirdeği, pembe yonca tohumu ve mavi kantaron tohumları


Tohumları ellerine alıp incelediler, mavi kantaronun üzerindeki yazılarını okudular.
Akçaağaç tohumlarını havaya attık.
- Helikopter gibi dönüyor değil mi? Okulda da var.

Ve geçen haftaki futbol maçımızdan bahsetmeden olmazdı. 
Gelmeyenler de merakla geçen haftayı sordu "Nasıl oynadınız, nasıl, nasıl?"


Herkes istediği tohumu seçip kendi saksısına toprak koyarak tohumlarını ekti. 
Yalnız bu aşamada bir şey dikkatimizi çekti, çocuklar bitkilerin can sularını saksıların altından vermeyi tercih ettiler.










17 Mayıs 2015 Pazar

Atölye Çatı Katı (YDA) 7. Hafta Hikaye-Drama

Kafasını cetvelle ölçen çocuk :)

Bu hafta atölyede üç kişiydik. Çocuklar için slayt hazırlamıştım; "Top Oynayan Maymun" hikayesinin bulunduğu, kilden yapılmış top oynayan maymunun resminin olduğu ve hikayeyi anlatan çocuğumuzun ses kaydıyla birlikte bir slayt.

Hikayenin nasıl ortaya çıktığını buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.

Top Oynayan Maymun

Maymun ormanda arkadaşlarıyla oyun oynuyormuş. Sonra sıkılmışlar, saklambaç oynamak istemişler. Ama avcılar önceden bütün ağaçları kesmişler, o yüzden oynayamıyorlarmış. Sonra sadece 4 tane ağaç kalmış, onlar da kaleye benziyormuş. Ama akıllarına futbol oynamak gelmemiş, başka oyunlar oynamayı düşünmüşler.
Sonra bir tane spor dalına katılmak istemişler. O spor dalını seçerken akıllarına futbol gelmiş. Futboldaki kaleyi hatırlamış o maymun. Maç yapmışlar.
Maymun çok iyi oynuyormuş, o yüzden avcılar uçak bırakmış. O uçakla şehre gitmiş. Şehirde futbol olimpiyatlarına katılmış, yenmiş.

Slaytı açtığımda çocuklar dinlemeye başladılar. Hikayesini okuyan kendi sesini duyunca;
- Kim okuyor bunu?
"Sence?"
- Benim sesim.
"Nasıl hissettin, kendini dinlerken?"
- Hiçbir şey hissetmedim.

"Bu hikayeyi oynamak ister misiniz?"
- Top yok.
- Top yaparız ya onda bir şey yok. Top gibi kullanabileceğimiz yuvarlak bir şeyi top yaparız.
"Başka neye ihtiyacınız var?"
- 4 kişi, 3 kişiyiz.
"Neden 4?"
- 2 kişi bir takımda, 2 kişi bir takımda.
"Neden 2 kişi?"
- Bir takımda 1 kişi olsa o da kalede olur, başka bir anlamı olmaz. Hep kalede dururlar, futbol oynayamazlar.
- Tamam o zaman sen kalede dur (espiri) :)
- Ya hayııır :)
"Önümüzdeki hafta arkadaşlarınız size katılmak isteyebilirler."
- Ama burada kaleyi nereden bulacağız?
- Yaparız... O sorun değil ki... Al, sana küçük bir kale (sandalyelerden kale yaptı)
- Havadan atamayacak mıyız?
- Evet (gülümseyerek) havadan atamayacaksın. Burada havadan atsan cama gelir.
"Başka neye ihtiyacımız var?"
- Top.
- Hani onu yapardık?
- Yaparız (malzemelerden top olabilecek ip yumağını getirdi) Al, top.
- Ona bir vurursam dağılır. Getir vurayım.
Vurdu ve dağıldı.
- Bunu iyice bağlarsak dağılmaz.
Bantla etrafını sardılar.

"Peki sizin maymun olduğunuzu nasıl anlayacağız?"
- Aslında ben maymun kostümü getirebilirim.
"Burada yapabilir miyiz?"
- Biraz zor olur.
- Bir kağıda maymun kafası şeklinde kesebiliriz. (çizip kesecekler)
- Onunla maske yapabiliriz.
- Maymun sesi nasıl çıkaracağız?
- Çıkartabiliriz kendi kendimize. Ben kardeşime yapıyorum.

Maymun maskelerini yapmaya başladılar.


Başlarını kağıda doğru ölçüde çizebilmek için kendileri teknik geliştirdiler.
Karşılarına ayna aldılar,
Karışını kullanan da oldu,


Başını kağıda koyup eliyle ölçmeye çalışan da...


Hatta ikisi de cetvelle kafalarını ölçmek için uğraştılar. Birbirlerine alınlarının uzunluğunu söylediler.


Cetvelle çizmekten vazgeçip önceki tekniğini kullandı.

Çizerken sarı-laciverte boyadığı kil maymununa bakmak için maymununun başını önüne koydu.

Ancak ikisi de kendi kafalarından küçük çizdiler maskelerini her defasında.

- O benim kardeşime bile küçük gelir. Yeni doğan bir bebeğe göre bile değil, anne karnında bir bebeğe göre. Anne karnında bebek ceviz büyüklüğünde, fındık büyüklüğünde. Kardeşim olduğu için biliyorum.
- Benim de kardeşim var.
- Seninki kaç yaşında?
- 3,5.

Atölyede iki çocuk olunca birbirlerini daha rahat tanımaya başladılar.

-  İki kişiyle maç hiç eğlenceli olmaz.
- Seninle ben maç yaparsak sen fena yenilirsin.
"Belki öğretebilirsin?"
- Yoooo...
- Ben arkadaşıma öğrettim artık hiçbir şut kaçırmıyor.
- Bir kere biz erkek beden eğitimi öğretmeni yüzünden maç oynamak zorunda kaldık.
- Ne güzel işte.
- Kızlar?...

- Bugün maç yapsak?
- Olmaaz.
- Ama yenilirsin.
- Ben hakem olayım? Sen Merve ablayla yap.
- Hah tamam olur.

Çocukların çözüm bulma kabiliyetlerine bayılıyorum :)


Üzerinde mavi kumaş bulunan masa bir kale, benim kalem,
Karşı duvar ise kendine güvenen çocuğumuzun kalesiydi :)

Maç yapmak için heyecanlanınca, bir türlü olmayan maskelerden vazgeçip maymunlar yerine "çocuklar" demeye karar verdiler. Atölyeyi futbol maçına göre düzenlemeye başladılar.

Hikayeye bir de hakem eklendi. Hakem aynı zamanda getirdiğim kamerayla dramamızı da çekti, yani kameraman da oldu. Skoru da hakem kameraman tuttu ve yönetmen olarak da onu seçtiler.

Bu durumda 2 kaleci-oyuncu, 1 hakem-yönetmen-kameraman-skor tutucumuz oldu :)
İyice bantlarla sardıkları ip yumağını top yaptılar.
Hakem-yönetmen-kameraman-skor tutucu yerini seçti.
Takımlarımıza isimler koyduk.
Kalelerin sınırlarını belirledik.

- İlk maçtan önce, ormanda hani 4 ağaç kalmış diyordu ya (hikayede)... Onu 4 yeşil sandalye yapabiliriz.
- Yeşil sandalye yok ki!
- Burada var.

4 yeşil sandalye 4 ağacımız oldu, ağaçları kale olacak şekilde yerleştirdiler;
2 ağaç arası bir kale.
Ve oynamaya başladık :)

- Evet sayın seyirciler, çok çekişmeli bir...

Evet oldukça çekişmeli bir maç oldu, yeni kurallar, hakemin kural ihlalleri, bana fazladan puan vermeleriyle oldukça çekişmeliydi :)

Çocuklar hareket ederken çok daha fazla işin içine giriyorlar.
Oyun oynarken öğreniyorlar. Sosyalleşirken öğreniyorlar. Birbirlerinden öğreniyorlar.

Ünlü Psikolog Peter Gray'in araştırmalarına göre çocuklar oyun ve keşifle öğrenebilecek bir yetenekle doğuyorlar. Gray'e göre çocuklar doğuştan sosyal, meraklı ve oyuncu. Bizim dışarıdan fazla müdahale etmemize gerek kalmıyor yani. Gray çocuklara öğretmemiz gerekmediğini ileri sürüyor. Ona göre çocukların öğrenmeleri için onlara gerekli Çevreyi sağlamamız yeterli. Gerisini çocuklar hallediyorlar. Onlara öğretmeye çalıştığımızda ise onların bu yeteneklerini köreltiyoruz diyor Gray. 

10 Mayıs 2015 Pazar

Atölye Çatı Katı (YDA) 6. Hafta


Çocuklar kendilerini ifade ederken onlara çok özgürlük tanıyan kil ile çalışmayı çok seviyorlar.

Atölyeye çocuklarla sohbet ederek ve onlara neler yapmak istediklerini sorarak başladık. Hepsi yine "KİL" ile çalışmak istediklerini söylediler.

Ancak o gün benim başka bir fikrim vardı. Çocuklara da sordum;

Merve: Biz burada hiç hikaye okumadık.
- Hikaye mi okuyacağız?
Merve: Okuyalım mı? Benim yanımda bir hikaye kitabı var.
Seben: Evet, bu hafta değişik bir şeyler yapalım?
- Ben resim çizerken dinleyebilirim.
"Olabilir."
- Aslında fıkra da anlatabiliriz birbirimize.
"Olabilir."
- Bilmece de sorabiliriz.
"Olabilir. Belki siz de hikayeyi okurken çizmek isteyebilirsiniz arkadaşınız gibi?"
- Hikayeyi mi canlandırırız?
"Canlandırabilirsiniz. Nasıl canlandırabilirsiniz?"
- Drama yaparız!

(Aslında çocuklarla gelmek istediğimiz nokta tam olarak burasıydı :) Fikir çıktığına göre gerisi çocuklara kalıyor.)

- Mesela hangi hikayeyi?.. Benim yazdığım bir tane hikaye vardı, öğretmen ödev vermişti, "Küçük Peri Uçmayı Öğreniyor". Ondaki mesela, Küçük Peri ben olurum, anneannesi X olur gibi...
- O gelmezse? (O gün gelmemişti)
"Hmm. Peki biz buradaki arkadaşlarla yeni bir hikaye oluşturabilir miyiz?"
- Herkes cümle cümle söylese?
"Olabilir mi?"
- Olur. Ben yazarım, el yazım güzeldir.
- Ben de yazarım benim de el yazım güzeldir.

Beraber hikaye üretme fikrinden çok "yazma" işine odaklandılar.

(O sırada geç kalan bir arkadaş geldi. Fikir üzerinden sohbet devam edemedi. 
Konuştuğumuz konunun dağılmaması için geç kalanların sessizce girip konuya adapte olmasını bekleyebiliriz.)

- Herkes kendi hikayesini yazsa? Sonra onu anlatalım.
- En sevileni...
- Evet, en sevileni tahtaya yazarız.

Burada çocuklar hem yazma eylemini kendileri yapmak istedikleri için hem de birlikte hikaye üretme fikrine ısınamadıkları için "bireysel" hikaye yazımına dönmüş olabilirler.
Peki neden "GRUP ÇALIŞMASI" yaparak bir şeyler üretemiyoruz?
Toplum olarak yaşadığımız sıkıntılardan biri bu. (Dayanışma/Solidarity)
Üstelik vakti zamanında bir "imece" kültürümüz var iken...

"En sevilen ne demek?"
- Meselaaa, hikayelerin en güzeli olan.
"Nasıl bulacağız en güzelini?"
- Okuyarak.
"Nasıl karar vereceğiz?"
- Siz karar verirsiniz.

"BİZ???"

- Siz...

"BİZ??? NEDEN BİZ KARAR VERİYORUZ?"

- Çünkü dördümüz yazacağız,
- Yarışma gibi...
- Yarışma gibi...

Türkiye'de yarışlara, rekabete o kadar alışığız ve bizim yerimize KARAR VERENLER o kadar çok ki
 "Grup Çalışması" yapıp "BİRLİKTE ÜRETME" ve "BERABER KARAR ALMA" konularında fazla ileriye gidemiyoruz.

"Neden biz KARAR VEREN İNSANLAR oluyoruz?"

- ÇÜNKÜ SİZ BÜYÜKSÜNÜZ!

(O sırada içeri giren arkadaşla konu dağıldı...)
(Devam edebilseydik çocuklarla "otorite" üzerine konuşabilirdik.)


Çocuklar, onlara getirdiğimiz fikirleri değiştirip kendi ilgi alanlarına göre dönüştürüyorlar.
Ben istediğim ve yanımda getirdiğim için kitap okumadık atölyede o gün.
Beraber konuşarak neyi nasıl yapacağımıza KARAR VERMEYE çalıştık.


Hikaye yazımında içlerinden biri bir hayvan söylemelerini istedi arkadaşlarından. Onlar da çeşitli hayvanları saydılar ancak hepsine olmaz dedi. Nedenini sorduk;

- Hikayede küçük hayvanlar olacak. Fare gibi mesela... İnek daha büyük.
- Küçük baş hayvanlar?
- Hayıııııır (gülüşmeler) Fare gibi küçük.
- Yavru aslan?
"O da küçük?"
- Ama fare en küçüğü.
- Karınca en küçük.
- Yoo, bit daha küçük.

(Gülüşmeler)

- O zaman mikrop daha da küçük.
"Mikrop bir hayvan mı?"
- Olsun.
- Bit bir hayvan değil ki ama.
"Bit bir hayvan değil mi?"

"Karınca bir hayvan mı?
- Evet.
"İkisi arasındaki fark ne?"
- Bit saçlarımızda olur, karınca yerlerde.

- Pire de hayvanlarda olur.
"Pire bir hayvan mı?"
- Hayır.
"Neden?"
- Hayvanın üstünde hayvan olmaz :)))))))))

"Hayvanın üzerinde neden hayvan olmaz?"
- Ezilirler :))
- İneğin üzerinde inek olursa ezilir.
(Gülüşmeler)

"Peki şöyle bir şey olur mu; eşeğin üzerinde köpek, köpeğin üzerinde kedi, kedinin üzerinde horoz?"
- OLUR O!

"O neden olur?"
- O bir hikayede var.
- Büyükten küçüğe doğru.
- Güçlüden güçsüze doğru olmasın o?
- Eşek daha fazla ağırlık taşır, sonra köpek daha az...
- Daha az, daha az...

"Peki onlar hayvan mı?"
- Hayvan...

"Köpeğin üzerindeki pire hayvan mı?"
- Hayvan mı?
"Ben de size soruyorum. Bilmiyorum ki!"

- Benim annem ama hayvan diyor, ben değil diyorum.
"Hmm. Sen neden değil diyorsun? Ya da annen neden hayvan diyor olabilir?"
- Bilmem :) ben değil diyorum yine de.

"Sizce neden hayvan değil pire? Ya da hayvan değilse ne?"
- Canlı türü...
"Nasıl bir canlı türü?"
- Küçük.
"Başka?"
- Bulaşıcı.
- En en küçük ve bulaşıcı.


Sohbette 2 şeye dikkatinizi çekmek istiyorum;

İlki, çocuklar "hikayelerde" yazdığı için bazı şeylerin daha "mümkün" olabileceğini düşündüler.
Çünkü orada yazıyor.
Kabul ediyoruz ki, o yazılan doğru.
Peki neden?
Her yazılan doğru mu?
Çocukları sorgulamaya ve böylece kendi fikirlerini oluşturmaya teşvik ediyoruz.

İkinci olarak, çocuklar fikirlerine ve düşüncelerine değer verdiğimizi sohbetimizden, sorduğumuz sorulardan anlayabiliyorlar. Çünkü onlara danışıyoruz, "Sizce hayvan mı, değil mi?"

"Biz bilmiyoruz" içinde aslında;

"Büyükler de bilemeyebilir!" 

ve
"Çocuklar da bilebilir!"

ya da
"Herkesin fikri başka olabilir!"

ve dahi
"Tek bir doğru (yol) yok!"

gibi teklifleri de barındırıyor.

Bu sayede çocuklar özgürce kendi fikirlerini söyleyebiliyorlar.
Çünkü onlara ve fikirlerine değer veriyoruz.
Ve çünkü bunu onlara söylemesek de,
Hissediyorlar.


Çocuklar dramayı kim kim yapacaklarını konuşurken içlerinden biri,

- Birlikten güç doğar!
"Birlikten niye güç doğuyor?"
- Bilmem, annem deyip duruyordu hep.
"Acaba neden söylüyor olabilir?"
- Ben biliyorum galiba. Tek başımıza yaptığımız bir işi zor yapıyoruz.
- Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için!
- Bir de şey de var, adı nedir... Bir elin nesi var, iki elin sesi var!
"Peki bunları çizsek?"

3'ü bir kağıdı bölerek yaptı.
Bölmek ciddi bir iştir!
- Her yerin eşit olması lazım!


- Başlıkları yazsana sen karelere.
- Ben bu kareye.
- Dik mi yapmak istiyorsun?
- Evet.
- Öyle olmak zorunda.
- Ben yatay yapacağım.
- Belki buraya gelecek?
- Sana yatay geliyor.
- İkinize de yatay geliyor.

Bir kareye atasözlerini, kendi karelerine isimlerini yazdılar.




Birbirlerine yardım ettiler! :)

Yaptıkları resimlerin fotoğrafları Facebook hesabımızda, tıklayıp bakabilirsiniz.


Kostüm hazırlama çalışmaları



Drama için grup yapıp hikayelerini yazmaya oturduklarında,

Çubuğu kırmaya çalışırken makas kırılınca, 

(Kahkahalarla)
- Acaba kullanılabilir mi?
- Onu patates soymak için kullanabilirsin ancak.
"Nasıl kullanabiliriz?"
- Sürtersin sürtersin kullanırsın.
- Makas kırıldı ya, çubuğun kırılması lazımdı.
- Çünkü sen buraya baskı uyguladın. Ver bakayım bıçak olarak kullanılabiliyor muymuş.

Evet, belki bugün grup çalışması yapıp istediğimiz gibi hikaye oluşturarak drama yapamadık ama, ne çok şey öğrendik ve ürettik.

SONUÇ beklediğimiz gibi gerçekleşmedi.
Peki bu bir BAŞARISIZLIK mı?
SÜREÇ önemli diyoruz ya hep...

- Merve abla elma bıçağa ne demiş?
"Ne demiş?"
- Soyma beni utanıyorum.
(Gülüşmeler)

- Ben de fıkra anlatacağım.
- Sonra ben de anlatacağım.
- Hani Ertuğrul anlatmıştı ya...
- Ertuğrul mu? Diriliş Ertuğrul mu?
(kahkahalar)

Fıkralar anlatıldı. :))



Fasulyeleri büyüyenlerimiz var. Daha sonraki haftalarda gelişmeleri yazacağız.

1 Mayıs 2015 Cuma

Atölye Çatı Katı 5. hafta Müzik Fizik Kil Denge

Çocuklar 5. hafta bir önceki haftadan kalan kil çalışmalarını yapmaya devam ettiler. Biir grup önceki hafta yapılan mısır ilaçlama  uçağı için çizilen tarlaya bakarak, tarlayı kilden inşa etmek istedi. Bunu yaparken de  üç boyutlu çalışma fikrine şöyle geçtiler;

- Bu mısırları nasıl dik mi yapalım?
-Bilmem olur evet. Ben uçağı da yapacağım.
-E sen uçağı geçen hafta yaptın ya... Biz şimdi onun için tarla yapmıyor muyuz?
-Hmm evet... Peki nasıl dik olacak?
-Bize tel lazım.. Şeyy tel nerde vardı?
-Bir bakın etrafınıza bakalım  nerde var?

Telleri bulup tarlayı şu şekilde inşaa etmeye başladılar.



- Onu keseceğiz bununla
 "Al bakalım kestik"
- Mısırlar ne kadar büyük olsun
- şu kadar olsun... Bulut da yapalım mı?
-Bulutu nasıl yapacağız ki?
- Altına bir şey koyup uzatır böyle. Sonra üstüne koyar.
- Ben mısırları geçiriyorum. Sen de yapraklarını yap.
- O kadar büyük kesme taşımaz.
- Mısırlar böyle olur.
Onlar mısır tarlasını yapa dursunlar, diğer yanlarında da iki farklı grup kaplumbağ ve oyun parkı yapıyordu. Yanlız oyun parkını yapanımız çok sessiz sakin olduğu için. Yapının bir oyun parkı olduğunu atölyenin sonunda anladık. Kaplunbağcımız ise bize ne yaptığını söylemeden inşaaya koyuldu.

- Önce kabuğunu yapacağım.
- Kabuğu öyle değildi ki...
- Bunu yapmak çok zor tamam mı?
- Benim sayemde hatırladın...
- Bana biraz daha kil lazım.
- Kabuğunun üstüne bunlarla kaplayıp, yuvarlak yapıcam.
- Kafayı içten yapıştırmadık mı biz?
-Naıl yani?
- uzun böyler kuyruk gibi yapıp arltına yapıştırmaamış mıydık?
 "Ne yapıyorusun şimdi sen burda"

-Bu bir kaplumbağ
-Sırrını ben söyledim.
"peki bu taşlar ne için"
- Onlar süslemek için








Bu sırada biri yanımıza gelip, yaptığı resmi gösterdi.
- Bakınn...
- Aa bu bir portre
-Portre mi
-Evet bakın sadece başını çizmiş.
-Başı olunca portre olur.


Bir süre sonra kilin başından ve diğer masadan kalkan iki kişi yer çekimi meselesinin çıktığı içi hava dolu patlıyan plastik koruyucuyu ellerine aldılar.

-bunun içinde hava olmasına rağmen neden havaya attığımızda yere düşüyor?
-Çünkü etrafı plastik onun ağırlığı yere düşürüyor.
-aşağı çekiyor yani...
-ama hava olduğu için geç düşüyor.

Bu arada kilden çocuk parkı yapan arkadaşa ne yaptığı sorup yaptığı şekilleri anlatmasını istedik.
-Bu bir oyun parkı.
"Neler var bu parkta?"
-tahtravalli, üstüne böyle binince sallanıyor bu öerdek. Sonra buraya asılıyorsun sallanıyorsun. Bu da kaydırak.



Diğer tarafta arabaları için otopark yapmakta olanımız ölçüler ve eşitleme konusunda biraz kafayı karıştırmıştı.
-Şimdi bunun bu köşesi yamuk oluyor ama...
"Ne kullanman lazım? Geçen hafta konuşmuştuk..."
-Cetvel kullanaacaktım!
Bir süre sonra birkaçının otopark yapımı yapılan masanın etrafına birkaç çocuk birikti ve şöyle konuşmalar başladı.
-O bardağı verir misin? bana lazım o.
-Ne yapacaksın bununla?
-Kapağını ayakta tutacağım. Onu kapağın tam ortasına yapıştırarak.
-Hmmm değişikmiş
"Peki oranın dik durmasını neden istiyorsun?"
-Çünkü burdan da arabalar girebilsin diye...




Bu sohbet devam ederken, masadakilerden biri ıslık çalarak ritim tutmaya başladı. Bu ıslıkla beraber atölyede malzemelerimizin bulunduğu raflardan madalların yanyana asılı durduğu paket alıp madalların üzerine notaları yazdı. "do-re-mi-fa-sol-la-si-do"... notaları yazdığı mandalların üzerine parmağıyla basıp aynı anda ıslıkla bastığı notaların seslerinin çıkarmaya başladı. Tabii ki bu sırada neredeyse bütün çocuklar ıslık çalan arkadaşlarının başına topladılar.
- Naapıyorsun? Ne bu?
-Bu benim müzik alettim. Vurdukça ses çıkarıyor. notaların seslerini.
"Nota ne demek?"
- Notaaa.. böyle müziklerin isimleri.
- Muziği göstermeye yarıyor.
-Harfleri gibi müziğin harfleri.
Tabii ki bu müzik aleti fikri bir anda atölyeye yayıldı. Mısır tarlası mucidi eline iki bardak alıp içine boncukları koyarak bir bardağı diğer bardağın üzerine kapak yapıp bantladı. sonra içi boncuk dolu bardak formunu sallayarak, ritim tutmaya bsşladı. 
Bu haftaki atölyemiz böylece bitmiş oldu.








23 Nisan 2015 Perşembe

Atölye Çatı Katı (YDA) 4. hafta


Çocuklarla çembere oturduğumuzda içlerinden biri iki hafta önce getirdiğimiz teklifi hatırlattı;


- Biz atölyeye isim bulacaktık?
- Aa evet..
“Neler olabilir? İsim düşündünüz mü?”
- Zeki çocuk atölyesi
- Mutlu atölye

- Bilim atölyesi...



“Tamam, bunları aklımızda tutabilecek miyiz? Önce bir listeleyelim mi unutmamak için?”
- Ben yazarım.
“Herkes fikrini söylesin öyleyse, sonra da içlerinden birini seçelim”
- Bilim atölyesi
- Eğlenerek öğrenme atölyesi
- Eğlence ve çocuk atölyesi
- Zeki çocuk atölyesi
- Eğlenceli atölye
- Bilim çocuk atölyesi
- Mutlu atölye
- Keşfederek öğrenme atölyesi
- Kuş atölyesi

“Peki atölyenin ismini nasıl seçeceğiz?”
- Herkes seçtiği ismi küçük kağıda yazsın, en çok yazılan isim olur.
- Evet biz sınıf başkanını da öyle seçiyoruz okulda.

Küçük kağıtlara istedikleri isimleri yazdılar. Ancak “Keşfederek Öğrenme Atölyesi” ve “Zeki Çocuk Atölyesi” eşit oy aldı.

- İşte, eşitlik...
“Peki şimdi ne yapacağız?”
- O ikisinden birini seçeceğiz şimdi.
Herkes istediği isimi yazıp tekrar teslim etti.



Onlar yazarken sorduk;
“Eşit ne demek?”
- Birbiriyle aynı olması...
- Mesela 12 elmayı 6 kişiye eşit bölebiliriz, hepsine 2 tane veririz.

“Hmm, peki elimizde 15 tane varsa, 6 kişiye eşit paylaştırabilir miyiz?”
- Hayır (çoğu)
- Evet evet olur, 1 dakika…
Biraz düşünüp elleriyle aklından işlem yaptıktan sonra,
- Herkese 2,5 tane verirsek eşit olur.
- Nasıl yani?
- Nasıl olacak ki o?


“Gösterebilir misin bize nasıl olacağını?”
- Nasıl göstersem… Kalemlerle yapabiliriz, şimdi bana 6 kişi lazım, kimler gelmek ister?


Katılmak isteyenleri yanına çağırdı. Önce kalemlerin hepsini alıp dağıtmaya başladı. Sonra vazgeçip 15 kalemi ayırdı ve herkese 2,5 tane paylaştırdı. Buçukları kapaklarını çıkardığı kalemlerle yaptı :))


Yapılandırılmamış projelerde çocuklar kendi fikirlerini istedikleri zaman istedikleri şekilde uygulamaya geçirebildikleri için daha heyecanlı ve konuya merakları daha fazla oluyor. Böylece kendi ilgi alanlarını odaklanarak derinlemesine çalışma fırsatı bulabiliyorlar. Bu sırada oyun oynadıklarını düşündükleri için o sırada neler öğrendiklerinin farkında olmuyorlar. İşte Reggio Emilia ilhamlı öğrenmenin en güzel yanı, çocuklar oyun oynarken projeler üretiyor ve kendi meraklarıyla öğreniyorlar. Böylece daha kalıcı bildi ediniyorlar. Ve aslında öğrenmeyi öğreniyorlar.


Geçen hafta kille 3 boyutlu olarak kendi yaptığı arabadan da arabalara merakı olduğunu biliyorduk. Arabanın yapımında teknik detayları dahi düşünüp karşılıklı tekerlekleri tellerle birbirine tutturmuştu. Ancak bu hafta yapacağı projede tekerleklerin dönmediğini ve bu şekilde sıkıcı olacağını söyleyerek  bu arabayı kullanmak istemedi.



Bu hafta elinde kutusu ve kendi proje fikriyle geldi bize,

- Evdeki arabalarıma bir otopark yapmak istiyorum. Annemin telefonunda resmi var, onun gibi bir otopark.





Hemen o sırada yanımızda olan annesinden fotoğrafı mailime atmasını rica ettim. Böylece fotoğrafı duvara yansıtabilecektim. Bu şekilde çalışmanın 2 avantajı var; hem onun bakarak yapmasına yardımcı olabilir hem de diğer arkadaşları da projeden haberdar olabilir ve katılmak ya da destek vermek isteyen projeye dahil olabilir, çalışma kolektifleşebilir.


Çocuklardan bir tanesinin dikkatini çekti fotoğraf. Nasıl yapacağını kara kara düşünen arkadaşına yardımcı olmaya geldi.

Gölge çocukların oynamaktan çok keyif aldığı, oynarken yaratıcı düşüncelerini geliştiren ve yeni fikirler, hikayeler üretmelerini sağlayan bir araç bizim için. İleriki haftalarda gölge çalışmalarımız olacak.


Yer çekimi projesinde hipotezler ve denemeler devam ediyor.
Sessizce çalışıp geçen hafta yaptıkları deneyi bu hafta geliştirdiler.


“Burada neler oluyor?”
- Ben de onu diyorum burada neler oluyor?
- Bana da söylemedi.
- Ağırlık yapıyoruz. Damlalar o ağırlıktan damlayacak mı göreceğiz.


- Altına kova lazım kaldırdığımızda. Çünkü çubuktan hiç gözükmeden böyle gelecek ve akacak (su).
- Bunu da bunlara ağırlık yapması için koyduk.


Ağırlık için yaptıkları malzeme ıslandıkça ağırlaşarak yere düştü.


Üzerine daha fazla su sıkarak çubuklarla açtıkları delikten aşağıya suyun akıp akmadığını gözlemlediler.


"Nasıl, işe yaradı mı?"
- Evet, ağırlığın olduğu yerdeki çubuklardan su damlacıkları akıyor.

Çocuklar ilk olarak çubukların yere düşmediğini gözlemledi. Buna şaşırıp neden düşmediğini araştırdılar. Bu sırada yer çekimine meydan okuduklarını düşündüler.
 Daha sonra ağırlık yapıp çubukları düşürmeye çalıştılar ancak yine çubuklar düşmedi, onun yerine kendi yaptıkları ağırlık düştü yere.
Bu sefer de batırdıkları yerde çubukların yanlarında boşluk olabileceği, ancak bu boşluklardan suyun geçebilmesi için üzerinde ağırlık olması gerektiği hipotezini geliştirdiler. Hipotezlerini denediklerinde başarılı olduklarını gördüler, su damlalar halinde ağırlık olan yerde çubuklardan yere süzüldü.

Geçen hafta yaptıkları killeri kuruyan çocuklar istedikleri zaman eserlerini boyadılar.

“Mısır tarlasını ilaçlayan uçak” eserini boyamaya başlayınca sordum;

“Uçağı yaptın, uçağın ilaçladığı mısır tarlasını da yapmak ister misin?”

İlk olarak 2 boyutlu olarak resimle mısır tarlasını tasarlaması için teşvik ettim. Resimle yaptıktan sonra, fikrini 3 boyutluya geçirebilmesi için kille yapmasını teklif ettim,


“Bunu kille de yapmak ister misin?”
- Ama nasıl yapacağım ki?
- Ben sana yardım edebilirim.
“İsterseniz internetten mısır tarlası fotoğraflarına da bakabilirsiniz.”


Zamanımız bitmişti. Unutmamaları için o sırada hemen arayıp bulduğum fotoğrafları duvara yansıttım, bir sonraki hafta mısır tarlasını kille nasıl yapabilirler düşünüp gelmeye karar verdiler.


Yoksa siz de çocuklar gibi atölyenin heyecanına kapılıp oylamamızın sonucunu öğrenmediğinizi unuttunuz? :))

Çocuklar konu matematiğe geçince oylamayı unutup sonrasında da bugün neler yapacaklarına odaklandılar.

Açıklayalım sonucu; atölyemizin çocuklar tarafından konulan ismi;

“Keşfederek Öğrenme Atölyesi”

Atölyede çocuklarla sohbetlerimizde hiç “keşif” sözcüğünü kullanmamış olmamıza rağmen keşfettiklerinin farkında olmaları ve bu şekilde öğrendiklerini düşünmeleri bizi de çok mutlu etti, amacımıza emin adımlarla ulaşacağımızı gösterdi bize. :))

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...