24 Mayıs 2015 Pazar

Atölye Çatı Katı (YDA) 8. Hafta Bitki Ekim-Dikim & Fasulye Projesi


Atölyede tohumlar, bitkiler, toprak ve büyümüş iki fasulye hakkında sohbetler vardı.

Büyümeyen fasulyeler "başarısızlık" olarak görülüyor, oysa ki değil, amacımız burada çocukların fasulyelerin/bitkilerin hangi koşullarda daha iyi büyüdüğünü, hangi koşullarda, neden büyümediğini anlamak, öğrenmek.


"Fasulyeni (sağdaki) nasıl büyüttün?"
- Toprak koydum vitamin alması için biraz. Bir de güç... Tutunması için de tüle dayadım. Bir de birbirlerine sarılarak büyüdüler.
"Topraktan nasıl güç aldı?"
- Vitamin var toprakta.
"Nasıl bir vitamin var?"
- Bitkilere faydası dokunan bir vitamin var.
"Nasıl faydası dokunuyor toprağın?"
- Yani daha güçlü olmasını sağlıyor, kırılmadan yaşayabilmesini sağlıyor uzun süre.

"İki fasulye arasındaki farklar neler?"
- Pamuk farkı var. Birinde daha fazla birinde daha az.
- Birinde toprak var.
- Bir kavanoz daha büyük bir kavanoz daha küçük.
"Acaba bu etkilemiş olabilir mi fasulyenin büyümesini?
- Hayır.
- Evet.
"Etkilemiş diyenler, nasıl etkilemiş olabilir?"
- Çünkü bir bitkinin büyümesi için yeterli alana sahip olması lazım.
"İyi de bitki yukarı doğru büyüyor, aşağıyla ne ilişkisi var?"
- Ağaçlar toprakta büyüyor, kökleri için gerekli.
- Bir de alan ne kadar fazla olursa kökleri de o kadar çok olabilir!
(Akıl yürütme)


"Bitkiler arasında nasıl farklar var?"
- Soldaki nasıl büyütülmüş bilmiyorum ki o zaman nasıl değerlendireceğim? 
"Geçen hafta demişti ki, 'Ben hiçbir şey yapmadım, bıraktım kendi kendine büyüdü.'"
- Evet çünkü babam sulamış, ben sulamayı unuttum.
"Babana mı sormamız lazım öyleyse?"
- Bir de senden habersiz mi sulamış?
- Ben sulamayı unutuyorum.
"Sen nasıl suladın (sağdaki)"
- Ben belli aralıklarla suladım, onu söylemeyi unutmuşum. Bir gün suladım 2 gün sulamadım.


Getirdiğimiz tohumları ortaya çıkardık ve tanıyıp tanımadıklarını sorduk.

Akçaağaç tohumu, limon çekirdeği, pembe yonca tohumu ve mavi kantaron tohumları


Tohumları ellerine alıp incelediler, mavi kantaronun üzerindeki yazılarını okudular.
Akçaağaç tohumlarını havaya attık.
- Helikopter gibi dönüyor değil mi? Okulda da var.

Ve geçen haftaki futbol maçımızdan bahsetmeden olmazdı. 
Gelmeyenler de merakla geçen haftayı sordu "Nasıl oynadınız, nasıl, nasıl?"


Herkes istediği tohumu seçip kendi saksısına toprak koyarak tohumlarını ekti. 
Yalnız bu aşamada bir şey dikkatimizi çekti, çocuklar bitkilerin can sularını saksıların altından vermeyi tercih ettiler.










17 Mayıs 2015 Pazar

Atölye Çatı Katı (YDA) 7. Hafta Hikaye-Drama

Kafasını cetvelle ölçen çocuk :)

Bu hafta atölyede üç kişiydik. Çocuklar için slayt hazırlamıştım; "Top Oynayan Maymun" hikayesinin bulunduğu, kilden yapılmış top oynayan maymunun resminin olduğu ve hikayeyi anlatan çocuğumuzun ses kaydıyla birlikte bir slayt.

Hikayenin nasıl ortaya çıktığını buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.

Top Oynayan Maymun

Maymun ormanda arkadaşlarıyla oyun oynuyormuş. Sonra sıkılmışlar, saklambaç oynamak istemişler. Ama avcılar önceden bütün ağaçları kesmişler, o yüzden oynayamıyorlarmış. Sonra sadece 4 tane ağaç kalmış, onlar da kaleye benziyormuş. Ama akıllarına futbol oynamak gelmemiş, başka oyunlar oynamayı düşünmüşler.
Sonra bir tane spor dalına katılmak istemişler. O spor dalını seçerken akıllarına futbol gelmiş. Futboldaki kaleyi hatırlamış o maymun. Maç yapmışlar.
Maymun çok iyi oynuyormuş, o yüzden avcılar uçak bırakmış. O uçakla şehre gitmiş. Şehirde futbol olimpiyatlarına katılmış, yenmiş.

Slaytı açtığımda çocuklar dinlemeye başladılar. Hikayesini okuyan kendi sesini duyunca;
- Kim okuyor bunu?
"Sence?"
- Benim sesim.
"Nasıl hissettin, kendini dinlerken?"
- Hiçbir şey hissetmedim.

"Bu hikayeyi oynamak ister misiniz?"
- Top yok.
- Top yaparız ya onda bir şey yok. Top gibi kullanabileceğimiz yuvarlak bir şeyi top yaparız.
"Başka neye ihtiyacınız var?"
- 4 kişi, 3 kişiyiz.
"Neden 4?"
- 2 kişi bir takımda, 2 kişi bir takımda.
"Neden 2 kişi?"
- Bir takımda 1 kişi olsa o da kalede olur, başka bir anlamı olmaz. Hep kalede dururlar, futbol oynayamazlar.
- Tamam o zaman sen kalede dur (espiri) :)
- Ya hayııır :)
"Önümüzdeki hafta arkadaşlarınız size katılmak isteyebilirler."
- Ama burada kaleyi nereden bulacağız?
- Yaparız... O sorun değil ki... Al, sana küçük bir kale (sandalyelerden kale yaptı)
- Havadan atamayacak mıyız?
- Evet (gülümseyerek) havadan atamayacaksın. Burada havadan atsan cama gelir.
"Başka neye ihtiyacımız var?"
- Top.
- Hani onu yapardık?
- Yaparız (malzemelerden top olabilecek ip yumağını getirdi) Al, top.
- Ona bir vurursam dağılır. Getir vurayım.
Vurdu ve dağıldı.
- Bunu iyice bağlarsak dağılmaz.
Bantla etrafını sardılar.

"Peki sizin maymun olduğunuzu nasıl anlayacağız?"
- Aslında ben maymun kostümü getirebilirim.
"Burada yapabilir miyiz?"
- Biraz zor olur.
- Bir kağıda maymun kafası şeklinde kesebiliriz. (çizip kesecekler)
- Onunla maske yapabiliriz.
- Maymun sesi nasıl çıkaracağız?
- Çıkartabiliriz kendi kendimize. Ben kardeşime yapıyorum.

Maymun maskelerini yapmaya başladılar.


Başlarını kağıda doğru ölçüde çizebilmek için kendileri teknik geliştirdiler.
Karşılarına ayna aldılar,
Karışını kullanan da oldu,


Başını kağıda koyup eliyle ölçmeye çalışan da...


Hatta ikisi de cetvelle kafalarını ölçmek için uğraştılar. Birbirlerine alınlarının uzunluğunu söylediler.


Cetvelle çizmekten vazgeçip önceki tekniğini kullandı.

Çizerken sarı-laciverte boyadığı kil maymununa bakmak için maymununun başını önüne koydu.

Ancak ikisi de kendi kafalarından küçük çizdiler maskelerini her defasında.

- O benim kardeşime bile küçük gelir. Yeni doğan bir bebeğe göre bile değil, anne karnında bir bebeğe göre. Anne karnında bebek ceviz büyüklüğünde, fındık büyüklüğünde. Kardeşim olduğu için biliyorum.
- Benim de kardeşim var.
- Seninki kaç yaşında?
- 3,5.

Atölyede iki çocuk olunca birbirlerini daha rahat tanımaya başladılar.

-  İki kişiyle maç hiç eğlenceli olmaz.
- Seninle ben maç yaparsak sen fena yenilirsin.
"Belki öğretebilirsin?"
- Yoooo...
- Ben arkadaşıma öğrettim artık hiçbir şut kaçırmıyor.
- Bir kere biz erkek beden eğitimi öğretmeni yüzünden maç oynamak zorunda kaldık.
- Ne güzel işte.
- Kızlar?...

- Bugün maç yapsak?
- Olmaaz.
- Ama yenilirsin.
- Ben hakem olayım? Sen Merve ablayla yap.
- Hah tamam olur.

Çocukların çözüm bulma kabiliyetlerine bayılıyorum :)


Üzerinde mavi kumaş bulunan masa bir kale, benim kalem,
Karşı duvar ise kendine güvenen çocuğumuzun kalesiydi :)

Maç yapmak için heyecanlanınca, bir türlü olmayan maskelerden vazgeçip maymunlar yerine "çocuklar" demeye karar verdiler. Atölyeyi futbol maçına göre düzenlemeye başladılar.

Hikayeye bir de hakem eklendi. Hakem aynı zamanda getirdiğim kamerayla dramamızı da çekti, yani kameraman da oldu. Skoru da hakem kameraman tuttu ve yönetmen olarak da onu seçtiler.

Bu durumda 2 kaleci-oyuncu, 1 hakem-yönetmen-kameraman-skor tutucumuz oldu :)
İyice bantlarla sardıkları ip yumağını top yaptılar.
Hakem-yönetmen-kameraman-skor tutucu yerini seçti.
Takımlarımıza isimler koyduk.
Kalelerin sınırlarını belirledik.

- İlk maçtan önce, ormanda hani 4 ağaç kalmış diyordu ya (hikayede)... Onu 4 yeşil sandalye yapabiliriz.
- Yeşil sandalye yok ki!
- Burada var.

4 yeşil sandalye 4 ağacımız oldu, ağaçları kale olacak şekilde yerleştirdiler;
2 ağaç arası bir kale.
Ve oynamaya başladık :)

- Evet sayın seyirciler, çok çekişmeli bir...

Evet oldukça çekişmeli bir maç oldu, yeni kurallar, hakemin kural ihlalleri, bana fazladan puan vermeleriyle oldukça çekişmeliydi :)

Çocuklar hareket ederken çok daha fazla işin içine giriyorlar.
Oyun oynarken öğreniyorlar. Sosyalleşirken öğreniyorlar. Birbirlerinden öğreniyorlar.

Ünlü Psikolog Peter Gray'in araştırmalarına göre çocuklar oyun ve keşifle öğrenebilecek bir yetenekle doğuyorlar. Gray'e göre çocuklar doğuştan sosyal, meraklı ve oyuncu. Bizim dışarıdan fazla müdahale etmemize gerek kalmıyor yani. Gray çocuklara öğretmemiz gerekmediğini ileri sürüyor. Ona göre çocukların öğrenmeleri için onlara gerekli Çevreyi sağlamamız yeterli. Gerisini çocuklar hallediyorlar. Onlara öğretmeye çalıştığımızda ise onların bu yeteneklerini köreltiyoruz diyor Gray. 

10 Mayıs 2015 Pazar

Atölye Çatı Katı (YDA) 6. Hafta


Çocuklar kendilerini ifade ederken onlara çok özgürlük tanıyan kil ile çalışmayı çok seviyorlar.

Atölyeye çocuklarla sohbet ederek ve onlara neler yapmak istediklerini sorarak başladık. Hepsi yine "KİL" ile çalışmak istediklerini söylediler.

Ancak o gün benim başka bir fikrim vardı. Çocuklara da sordum;

Merve: Biz burada hiç hikaye okumadık.
- Hikaye mi okuyacağız?
Merve: Okuyalım mı? Benim yanımda bir hikaye kitabı var.
Seben: Evet, bu hafta değişik bir şeyler yapalım?
- Ben resim çizerken dinleyebilirim.
"Olabilir."
- Aslında fıkra da anlatabiliriz birbirimize.
"Olabilir."
- Bilmece de sorabiliriz.
"Olabilir. Belki siz de hikayeyi okurken çizmek isteyebilirsiniz arkadaşınız gibi?"
- Hikayeyi mi canlandırırız?
"Canlandırabilirsiniz. Nasıl canlandırabilirsiniz?"
- Drama yaparız!

(Aslında çocuklarla gelmek istediğimiz nokta tam olarak burasıydı :) Fikir çıktığına göre gerisi çocuklara kalıyor.)

- Mesela hangi hikayeyi?.. Benim yazdığım bir tane hikaye vardı, öğretmen ödev vermişti, "Küçük Peri Uçmayı Öğreniyor". Ondaki mesela, Küçük Peri ben olurum, anneannesi X olur gibi...
- O gelmezse? (O gün gelmemişti)
"Hmm. Peki biz buradaki arkadaşlarla yeni bir hikaye oluşturabilir miyiz?"
- Herkes cümle cümle söylese?
"Olabilir mi?"
- Olur. Ben yazarım, el yazım güzeldir.
- Ben de yazarım benim de el yazım güzeldir.

Beraber hikaye üretme fikrinden çok "yazma" işine odaklandılar.

(O sırada geç kalan bir arkadaş geldi. Fikir üzerinden sohbet devam edemedi. 
Konuştuğumuz konunun dağılmaması için geç kalanların sessizce girip konuya adapte olmasını bekleyebiliriz.)

- Herkes kendi hikayesini yazsa? Sonra onu anlatalım.
- En sevileni...
- Evet, en sevileni tahtaya yazarız.

Burada çocuklar hem yazma eylemini kendileri yapmak istedikleri için hem de birlikte hikaye üretme fikrine ısınamadıkları için "bireysel" hikaye yazımına dönmüş olabilirler.
Peki neden "GRUP ÇALIŞMASI" yaparak bir şeyler üretemiyoruz?
Toplum olarak yaşadığımız sıkıntılardan biri bu. (Dayanışma/Solidarity)
Üstelik vakti zamanında bir "imece" kültürümüz var iken...

"En sevilen ne demek?"
- Meselaaa, hikayelerin en güzeli olan.
"Nasıl bulacağız en güzelini?"
- Okuyarak.
"Nasıl karar vereceğiz?"
- Siz karar verirsiniz.

"BİZ???"

- Siz...

"BİZ??? NEDEN BİZ KARAR VERİYORUZ?"

- Çünkü dördümüz yazacağız,
- Yarışma gibi...
- Yarışma gibi...

Türkiye'de yarışlara, rekabete o kadar alışığız ve bizim yerimize KARAR VERENLER o kadar çok ki
 "Grup Çalışması" yapıp "BİRLİKTE ÜRETME" ve "BERABER KARAR ALMA" konularında fazla ileriye gidemiyoruz.

"Neden biz KARAR VEREN İNSANLAR oluyoruz?"

- ÇÜNKÜ SİZ BÜYÜKSÜNÜZ!

(O sırada içeri giren arkadaşla konu dağıldı...)
(Devam edebilseydik çocuklarla "otorite" üzerine konuşabilirdik.)


Çocuklar, onlara getirdiğimiz fikirleri değiştirip kendi ilgi alanlarına göre dönüştürüyorlar.
Ben istediğim ve yanımda getirdiğim için kitap okumadık atölyede o gün.
Beraber konuşarak neyi nasıl yapacağımıza KARAR VERMEYE çalıştık.


Hikaye yazımında içlerinden biri bir hayvan söylemelerini istedi arkadaşlarından. Onlar da çeşitli hayvanları saydılar ancak hepsine olmaz dedi. Nedenini sorduk;

- Hikayede küçük hayvanlar olacak. Fare gibi mesela... İnek daha büyük.
- Küçük baş hayvanlar?
- Hayıııııır (gülüşmeler) Fare gibi küçük.
- Yavru aslan?
"O da küçük?"
- Ama fare en küçüğü.
- Karınca en küçük.
- Yoo, bit daha küçük.

(Gülüşmeler)

- O zaman mikrop daha da küçük.
"Mikrop bir hayvan mı?"
- Olsun.
- Bit bir hayvan değil ki ama.
"Bit bir hayvan değil mi?"

"Karınca bir hayvan mı?
- Evet.
"İkisi arasındaki fark ne?"
- Bit saçlarımızda olur, karınca yerlerde.

- Pire de hayvanlarda olur.
"Pire bir hayvan mı?"
- Hayır.
"Neden?"
- Hayvanın üstünde hayvan olmaz :)))))))))

"Hayvanın üzerinde neden hayvan olmaz?"
- Ezilirler :))
- İneğin üzerinde inek olursa ezilir.
(Gülüşmeler)

"Peki şöyle bir şey olur mu; eşeğin üzerinde köpek, köpeğin üzerinde kedi, kedinin üzerinde horoz?"
- OLUR O!

"O neden olur?"
- O bir hikayede var.
- Büyükten küçüğe doğru.
- Güçlüden güçsüze doğru olmasın o?
- Eşek daha fazla ağırlık taşır, sonra köpek daha az...
- Daha az, daha az...

"Peki onlar hayvan mı?"
- Hayvan...

"Köpeğin üzerindeki pire hayvan mı?"
- Hayvan mı?
"Ben de size soruyorum. Bilmiyorum ki!"

- Benim annem ama hayvan diyor, ben değil diyorum.
"Hmm. Sen neden değil diyorsun? Ya da annen neden hayvan diyor olabilir?"
- Bilmem :) ben değil diyorum yine de.

"Sizce neden hayvan değil pire? Ya da hayvan değilse ne?"
- Canlı türü...
"Nasıl bir canlı türü?"
- Küçük.
"Başka?"
- Bulaşıcı.
- En en küçük ve bulaşıcı.


Sohbette 2 şeye dikkatinizi çekmek istiyorum;

İlki, çocuklar "hikayelerde" yazdığı için bazı şeylerin daha "mümkün" olabileceğini düşündüler.
Çünkü orada yazıyor.
Kabul ediyoruz ki, o yazılan doğru.
Peki neden?
Her yazılan doğru mu?
Çocukları sorgulamaya ve böylece kendi fikirlerini oluşturmaya teşvik ediyoruz.

İkinci olarak, çocuklar fikirlerine ve düşüncelerine değer verdiğimizi sohbetimizden, sorduğumuz sorulardan anlayabiliyorlar. Çünkü onlara danışıyoruz, "Sizce hayvan mı, değil mi?"

"Biz bilmiyoruz" içinde aslında;

"Büyükler de bilemeyebilir!" 

ve
"Çocuklar da bilebilir!"

ya da
"Herkesin fikri başka olabilir!"

ve dahi
"Tek bir doğru (yol) yok!"

gibi teklifleri de barındırıyor.

Bu sayede çocuklar özgürce kendi fikirlerini söyleyebiliyorlar.
Çünkü onlara ve fikirlerine değer veriyoruz.
Ve çünkü bunu onlara söylemesek de,
Hissediyorlar.


Çocuklar dramayı kim kim yapacaklarını konuşurken içlerinden biri,

- Birlikten güç doğar!
"Birlikten niye güç doğuyor?"
- Bilmem, annem deyip duruyordu hep.
"Acaba neden söylüyor olabilir?"
- Ben biliyorum galiba. Tek başımıza yaptığımız bir işi zor yapıyoruz.
- Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için!
- Bir de şey de var, adı nedir... Bir elin nesi var, iki elin sesi var!
"Peki bunları çizsek?"

3'ü bir kağıdı bölerek yaptı.
Bölmek ciddi bir iştir!
- Her yerin eşit olması lazım!


- Başlıkları yazsana sen karelere.
- Ben bu kareye.
- Dik mi yapmak istiyorsun?
- Evet.
- Öyle olmak zorunda.
- Ben yatay yapacağım.
- Belki buraya gelecek?
- Sana yatay geliyor.
- İkinize de yatay geliyor.

Bir kareye atasözlerini, kendi karelerine isimlerini yazdılar.




Birbirlerine yardım ettiler! :)

Yaptıkları resimlerin fotoğrafları Facebook hesabımızda, tıklayıp bakabilirsiniz.


Kostüm hazırlama çalışmaları



Drama için grup yapıp hikayelerini yazmaya oturduklarında,

Çubuğu kırmaya çalışırken makas kırılınca, 

(Kahkahalarla)
- Acaba kullanılabilir mi?
- Onu patates soymak için kullanabilirsin ancak.
"Nasıl kullanabiliriz?"
- Sürtersin sürtersin kullanırsın.
- Makas kırıldı ya, çubuğun kırılması lazımdı.
- Çünkü sen buraya baskı uyguladın. Ver bakayım bıçak olarak kullanılabiliyor muymuş.

Evet, belki bugün grup çalışması yapıp istediğimiz gibi hikaye oluşturarak drama yapamadık ama, ne çok şey öğrendik ve ürettik.

SONUÇ beklediğimiz gibi gerçekleşmedi.
Peki bu bir BAŞARISIZLIK mı?
SÜREÇ önemli diyoruz ya hep...

- Merve abla elma bıçağa ne demiş?
"Ne demiş?"
- Soyma beni utanıyorum.
(Gülüşmeler)

- Ben de fıkra anlatacağım.
- Sonra ben de anlatacağım.
- Hani Ertuğrul anlatmıştı ya...
- Ertuğrul mu? Diriliş Ertuğrul mu?
(kahkahalar)

Fıkralar anlatıldı. :))



Fasulyeleri büyüyenlerimiz var. Daha sonraki haftalarda gelişmeleri yazacağız.

1 Mayıs 2015 Cuma

Atölye Çatı Katı 5. hafta Müzik Fizik Kil Denge

Çocuklar 5. hafta bir önceki haftadan kalan kil çalışmalarını yapmaya devam ettiler. Biir grup önceki hafta yapılan mısır ilaçlama  uçağı için çizilen tarlaya bakarak, tarlayı kilden inşa etmek istedi. Bunu yaparken de  üç boyutlu çalışma fikrine şöyle geçtiler;

- Bu mısırları nasıl dik mi yapalım?
-Bilmem olur evet. Ben uçağı da yapacağım.
-E sen uçağı geçen hafta yaptın ya... Biz şimdi onun için tarla yapmıyor muyuz?
-Hmm evet... Peki nasıl dik olacak?
-Bize tel lazım.. Şeyy tel nerde vardı?
-Bir bakın etrafınıza bakalım  nerde var?

Telleri bulup tarlayı şu şekilde inşaa etmeye başladılar.



- Onu keseceğiz bununla
 "Al bakalım kestik"
- Mısırlar ne kadar büyük olsun
- şu kadar olsun... Bulut da yapalım mı?
-Bulutu nasıl yapacağız ki?
- Altına bir şey koyup uzatır böyle. Sonra üstüne koyar.
- Ben mısırları geçiriyorum. Sen de yapraklarını yap.
- O kadar büyük kesme taşımaz.
- Mısırlar böyle olur.
Onlar mısır tarlasını yapa dursunlar, diğer yanlarında da iki farklı grup kaplumbağ ve oyun parkı yapıyordu. Yanlız oyun parkını yapanımız çok sessiz sakin olduğu için. Yapının bir oyun parkı olduğunu atölyenin sonunda anladık. Kaplunbağcımız ise bize ne yaptığını söylemeden inşaaya koyuldu.

- Önce kabuğunu yapacağım.
- Kabuğu öyle değildi ki...
- Bunu yapmak çok zor tamam mı?
- Benim sayemde hatırladın...
- Bana biraz daha kil lazım.
- Kabuğunun üstüne bunlarla kaplayıp, yuvarlak yapıcam.
- Kafayı içten yapıştırmadık mı biz?
-Naıl yani?
- uzun böyler kuyruk gibi yapıp arltına yapıştırmaamış mıydık?
 "Ne yapıyorusun şimdi sen burda"

-Bu bir kaplumbağ
-Sırrını ben söyledim.
"peki bu taşlar ne için"
- Onlar süslemek için








Bu sırada biri yanımıza gelip, yaptığı resmi gösterdi.
- Bakınn...
- Aa bu bir portre
-Portre mi
-Evet bakın sadece başını çizmiş.
-Başı olunca portre olur.


Bir süre sonra kilin başından ve diğer masadan kalkan iki kişi yer çekimi meselesinin çıktığı içi hava dolu patlıyan plastik koruyucuyu ellerine aldılar.

-bunun içinde hava olmasına rağmen neden havaya attığımızda yere düşüyor?
-Çünkü etrafı plastik onun ağırlığı yere düşürüyor.
-aşağı çekiyor yani...
-ama hava olduğu için geç düşüyor.

Bu arada kilden çocuk parkı yapan arkadaşa ne yaptığı sorup yaptığı şekilleri anlatmasını istedik.
-Bu bir oyun parkı.
"Neler var bu parkta?"
-tahtravalli, üstüne böyle binince sallanıyor bu öerdek. Sonra buraya asılıyorsun sallanıyorsun. Bu da kaydırak.



Diğer tarafta arabaları için otopark yapmakta olanımız ölçüler ve eşitleme konusunda biraz kafayı karıştırmıştı.
-Şimdi bunun bu köşesi yamuk oluyor ama...
"Ne kullanman lazım? Geçen hafta konuşmuştuk..."
-Cetvel kullanaacaktım!
Bir süre sonra birkaçının otopark yapımı yapılan masanın etrafına birkaç çocuk birikti ve şöyle konuşmalar başladı.
-O bardağı verir misin? bana lazım o.
-Ne yapacaksın bununla?
-Kapağını ayakta tutacağım. Onu kapağın tam ortasına yapıştırarak.
-Hmmm değişikmiş
"Peki oranın dik durmasını neden istiyorsun?"
-Çünkü burdan da arabalar girebilsin diye...




Bu sohbet devam ederken, masadakilerden biri ıslık çalarak ritim tutmaya başladı. Bu ıslıkla beraber atölyede malzemelerimizin bulunduğu raflardan madalların yanyana asılı durduğu paket alıp madalların üzerine notaları yazdı. "do-re-mi-fa-sol-la-si-do"... notaları yazdığı mandalların üzerine parmağıyla basıp aynı anda ıslıkla bastığı notaların seslerinin çıkarmaya başladı. Tabii ki bu sırada neredeyse bütün çocuklar ıslık çalan arkadaşlarının başına topladılar.
- Naapıyorsun? Ne bu?
-Bu benim müzik alettim. Vurdukça ses çıkarıyor. notaların seslerini.
"Nota ne demek?"
- Notaaa.. böyle müziklerin isimleri.
- Muziği göstermeye yarıyor.
-Harfleri gibi müziğin harfleri.
Tabii ki bu müzik aleti fikri bir anda atölyeye yayıldı. Mısır tarlası mucidi eline iki bardak alıp içine boncukları koyarak bir bardağı diğer bardağın üzerine kapak yapıp bantladı. sonra içi boncuk dolu bardak formunu sallayarak, ritim tutmaya bsşladı. 
Bu haftaki atölyemiz böylece bitmiş oldu.








Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...